1915’de bizden çokça üstün bir teknoloji ye sahip olan devletlerden oluşan orduya karşı avrupanın “hasta adam” olarak nitelendirdiği Osmanlı imparatorluğu vardı. Peki kimdi bu Osmanlı? Ne önemi vardı bu savaşın? 250 bin ecdadımızın göğsünü siper ettiği bu denli önemli bir savunma neden yapıldı? Ve dahası nasıl yapıldı?
Aslında çok şey var anlatılması gereken ama bazı şeyler varki orada sınırları olan toprak parçasının müdaafası değilde başka birşeyin savunması yapılıyordu. Kesinlikle öyleydi. Peki neydi bu?
Şimdi ülkemizce yapılan tüm başarılarda olduğu gibi karşı saldırılarda da tüm Müslüman ümmeti takip ediyor. Çünkü İstanbul islamiyetin batıya yakın en uçtaki kapısı oluyor. O zamanlarda Osmanlı imparatorluğuna yapılan saldırının asıl amacı islamı çürütmek ve çökertmek olarak planlanmıştı.
Ama elbetteki planları altüst oldu..
Peki onlarca gemi ve binlerce ordu ile gelen bir orduya karşı galip olabilmemizin sırrı ne idi?
Düşünsenize Nusret Mayın Gemisi düşmanın dizdiği onlarca mayının arasından geçip bizim mayınlarımızı düşünülen yere koyduktan sonra düşman kuvvetlerin projektör tüm çevreyi tarama yaparken tam Nusret Mayın Gemisinin bulunduğu yere gelecekken birden vatan toprağından bir projektör benzeri ışığın onun dikkatini çekerek Nusret Mayın Gemisinin onlarca mayının arasından görevini tamamlaması şans olarak nitelendirilebilir miydi?
Birçok şey anlatılabilir bununla ilgili. Örneğin 250 kiloluk mermiyi “Ya Allah” diyerek kaldıran Seyit Onbaşıya o gücü nasip eden Rabbimiz aynı zamanda Muharebe sürecinde bayram namazını kılmak isteyen Allah sevgisini kalplerine nakşeden ecdadımızı koruyan kollayan ne idi. Şüphesiz ki Rabbimiz İslamı kuşatmış boğuyorken hüsran, o demir çenberi göğsünde kırıp parçalayan kulunu asla yapayalnız bırakmamıştı.
Öyle ki Binbaşı Lütfi bey düşman etrafını sarmışken, siperler kanla boyanmışken, korkmadan yılmadan vatan toprağını olduğu gibi dinini de savunduğunun farkındaydı. Dört bir yanı düşmanla sarılmış olan Binbaşı Lütfi bey “Yetiş ya Muhammed, kitabın elden gidiyor” diyerek orada ne için olduklarını komutasındaki tüm askerlere tek cümle ile haykırıyordu. Orada olan tüm askerlerimiz Allahın yardımına mahzar olacak seviyede yüksek bir iman içerisinde vatanı dahası islamı müdafaa etmiştir.
Ecdadımızın ölümün bir yokluk değil, gerçek hayata açılan bir kapı olduğunu bildiği gibi orada savundukları şeyin diğer orduların yada milletlerin olduğu gibi ülkenin ganimeti toprağı insanlarından ziyade oradaki kapının yıkılması ile islamın büyük bir yara alacağını biliyordu. Böylesine zorlu bir müdafaada askerlerimiz kendi yarası çok daha ağırken bir anzaklının yarasını tedavi eder oldu. İnsanlığı ve imanı ile düşmanı bile kendine hayran bırakan ecdadımızın her birinden binlerce kez Allah razı olsun.
Arıların koruduğu sahabeyi bilirmisiniz? Hani şu istiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri şiirinde bahsettiği Asımın Nesli. Asım müşriklerin etrafını sardığı ve beraberindekilerin şehit olduğu esnada dua eder “Allahım; Vallahi ben bu kafirlere asla teslim olmam. Beni ve durumumu Resulullah a.s haberdar et der. Ve Son duası “Allahım ben senin dinini korudum sende benim cesedimi koru” olur. Böylelikle şehit olduktan sonra yağmalamak üzere gelen müşrikler arı ordusu ile karşılaşır. Arılar asım’ı dereye kadar itekler ve asım hiçbir müşrik eli değmeden rabbinin huzuruna kavuşur. Bundandır ki istiklal şairimiz çok da güzel betimlemiştir. “Asımın nesli değil mi? Nesilmiş gerçek! İşte Çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” dedirten bir Çanakkale müdaafasını atalarımız bizlere serlevha örnek olması için insanlığımıza nakış nakış işlemiştir.
Şu bir gerçekki atalarımız Çanakkale de yalnız değildi. Allah neferini yalnız bırakmadı. Böylelikle aşılmaz dağlar açıldı. Yapılamaz olanlar yapıldı. Asla kelimesi Çanakkale de Oceian gemisi ile boğazın derinliklerine gömüldü. Beş çayını İstanbul boğazında içmek isteyenlere haram ile helal arasındaki farkın ne olduğu gösterildi. Ve elbette ki islamın seddi geçilemez di geçilemedi!. Zira Yarbay Hasan Paşa şehit olmadan Peygamber efendimizin yanına geldiğini belirtircesine söylediği sözleri bunu tüm varlığı ile ortaya koyuyordu. “Niye zahmet buyurdunuz Ya Resulallah..”